Kendiliğinden Oluşan...
Uzun süredir yazmayı beceremediğim ödeve, nihayet, Leonard Cohen’in 5- 6 Ağustos’ da İstanbul’daki konserini muştulayan bir ‘facebook’ sayfasındaki komik bir detay sayesinde başlıyorum. Cohen son zamanlarda Budizmle iyice meşgul olduğu için, organizasyon şirketlerinin kendisini ikna etmesi güç oluyormuş. Cohen’in bu Budizm düşkünlüğü havadisi bir çeşit ‘Kerouac hafta sonu maratonu’na dönüşen ödeve hazırlık sürecimi sonlandırdı. Kendimi yazmaya hazır hissettirmek için aldığım şarabı bile henüz açmadım. Kerouac’a dair pek çok şey okudum internetten, kafam dağılsın değip şahane kampüste turladım, şansıma güzel bir bahar havası vardı. Çeşit çeşit şaşkın adam, depresif adam (Lonesome Jim- Lonesome Traveller’ı anımsattığı için, Wristcutter: A Love Story), dünyalı adam (The Man From Earth) filmi izledim. Öğleden sonra bir Pazar kahvaltısına davet edilip evdeki çiftlerin öpüşme seslerini dinlemek zorunda kaldım ve oradan kaçtım. Kaçarken yanıma bir şişe şarap alıp, kuş kadar yurt odama sığındım tekrardan. Bu yaptıklarımın hepsi havadaki melankoliyi arttırdı. Tipik bir ödev yetiştirme telaşı, söz konusu ‘beat’ler olunca başka bir şeye dönüştü. Kendimi nasıl hissetsem bilemedim.
Kitabı ilk aldığım gün Kadıköy’de küçük bir pastaneye gittim ve orada okumaya başladım. Bulunmaz sandığım kitabı pek de zorlayıcı olmayan bir ‘Akmar’ turuyla elde ettim. Deli gibi kar yağıyordu. Artık kar yok, hava mis gibi kokuyor. Ben kitabı okumaya başladığımda Ray için mevsim sonbahardı, sonra kış geldi ve o annesine gitti, annesinin yanından baharda ayrıldı ve yazı bir ormanda gözcülük yaparak geçirdi. Yaz bittiğinde kitap da bitmişti. Mevsimler, zaman ve doğa Ray ile Japhy için bambaşka anlamlara sahip… Onların anlayışını, kavrayışını, hazzını bilmeye çabalamak bu ödevi de yazmaya ve okumaya katlanır kılacak en önemli etken olabilir.
Beat kuşağına dair okuduğum veya kulaktan dolma öğrendim her şey kendiliğinden oluşları ve sürekli hareket halinde olmaları ekseninde toplanıyor ve bana fena halde babamı hatırlatıyor. Ray her kendini doğaya vurup, yalnız kalmaya çalıştığında ve huzuru içinde aradığında tanıdık gelen bir şeyler sezmiştim fakat bu ödevi yazmaya karar verene kadar bu adamın ne kadar babama benzediğini düşünmemiştim.
Bu ödevde önce Beat Kuşağından kısaca söz edeceğim. Ardından ‘Zen Kaçıkları’ nın bu kuşakla ilişkisini ve nasıl bir kitap olduğunu anlatmaya çalışacağım. Ancak bu kitap ‘nasıl bir edebi eser’ olduğundan çok, okuyana ‘nasıl hissettirdiği’yle öne çıkacaktır. Son olarak da
babamın ‘kendince (bence) beatnik’ olduğunu nasıl fark ettiğimi anlatacağım.
Beat Kuşağı Nedir? Nerede Yetişir? Kerouac’ın Bunların Arasında İşi Nedir?
İkinci Dünya Savaşı insanlığı gerim gerim gerdikten sonra bu sakat çevrede yetişen çocukların kendilerini bir şeyler yapmak zorunda hissetmeleri pek şaşırtıcı olmamalı. Avrupa haritası çarşamba pazarına dönerken, Pasifik’te sadece suyu bulandırmakla kalmayan Amerika atom bombasıyla gezegence çıldırmanın eşiğinde olan insanlığın istifrasını tetikledi. Savaşın gerilimine, ekonomik çıkmazlarını tahammül eden insanlar, bitişiyle de bitimsiz bir refah düşüncesinin sıcağında ısınmak istedi ki bunlara yeni burjuvalar diyebiliriz. Can sıkıcı hallerin ardından, refahı düzen yerine düzensizlikte arayan bir grup insanda beliriverdi. Dönemin göz alıcı müzik hareketi ‘Blues’ ve onun spontane icra biçimleri de arayış içindeki grubun doğal, içten ve zorlamasız bir tavra sahip olmalarında ayırt edici bir rol oynadı. Amerika’ da, rüya gibi aile-ev-araba düşüncesinden uzaklaşan, konforunun peşinden değil maceranın peşinden giden, yüzünü doğaya- ve doğuya- dönüp, Uzak Doğunun bireyin kendine yolculuğu temel alan felsefelerine kafa yoran, düşüncelerini yazdıkları aracılığıyla ortaya koyan kimselerin Beat Kuşağını oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Beat kuşağını oluşturan bu kimseler kendilerine yaşam alanı olarak yolları, konaklamak için otoyol kenarında başlayan çölleri, ormanları, soluklanmak ve yazmak için küçük kulübeleri seçmişlerdir. Yarını düşünmeden, bugünü yaşamayı hedeflemişlerdir. Toplumun onlara dayattığı normları kabullenip; çamaşır makinelerinin, televizyonlarının arkasına saklanmak yerine, sürekli hareket etmiş, insanların arasında olmuş ve doğayı keşfetmişlerdir. Dünyayı algılayışlarına şekil veren ve doğaya yönelmelerini sağlayanlardan biri Zen Budizm’i iken diğeri de Avrupalı Varoluşçuluktur. Tanrının insanlığı ve dünyayı yaratmasının büyük bir şaka olabileceğini düşündükleri gibi, evren karşısında oldukça efendice, saygılı bir hal içindedirler de. Karamsar bir tablo çizseler de, sevgileri ve arayışları son bulacak gibi değildir. Ve Japhy Ray’e der ki: “Gerçekten bilmiyorum ama dünya hakkındaki üzüntünü anlıyorum”.
Allen Ginsberg, William S. Burroughs, Gary Snyder ve Jack Kerouac bu akımın as
adamları olarak sayılır ve sevilirler. Akımın özelliklerini ‘Zen Kaçıkları’nda Japhy’nin Ray’a çıktıkları gezinin büyüsüne kapıldığı sırada söylediklerinden çıkarabiliriz: “J: (…) Bu işin sonuna muhakkak bir hayır var./ R: Hangi işin? / J: Ne bileyim- yani yaşamı böyle sevmemizin falan. Senle ben, başkalarını ezmek, milleti sömürmek istemiyoruz; kendimizi, tüm ölümlü varlıkların hayrına dua etmeye adamışız; bak gör, yeterince bir güçlenelim o zaman nasıl gerçek olacak dualarımız- eski ermişler gibi… Kim bilir, bakarsın uyanıverir dünya da, her yerde Dharma’nın güzel çiçekleri açıverir.” (Kerouac, 1956, s.231).
Sırt çantasından başka hiçbir şeye ihtiyaç duymadan, otostopla, dağ bayır gezen, günü kurtardıktan sonra yarını önemsemeyen, genellikle üniversite eğitimi almış, insanlığın daha iyi bir noktaya gelmesini arzulayan fakat bunun gerçekleşmesine dair net bir öngörü belirtmemiş,
gerçeği ve güzeli arayan adamlar, benim anladığım beatnikler. Sonucu değil süreci öne çıkarırlar. Yaşamımız hâlihazırda bir süreç ve arayış halidir ve sırt çantalı bu adamlar o arayışın hakkını vermektedirler. Konforun ve düzenin rehavetine kapılmak yerine, orda burada işe girip o günlük yemeğini, içkisini çıkararak, uyku tulumuyla herhangi bir yeri kendine yatak yaparak, trenlere kaçak binip, otostopla ülkeyi enine boyuna dolaşarak, meditasyon yaparak, okuyup, yazarak var olmayı tercih etmişlerdir. Bu kimilerine serserice bir hayal, çocukça bir heves, geçici bir macera gibi gelebilir ya da kimilerinin cesaret yoksunu tatlı rüyalarını süsleyebilir fakat bu Beat Kuşağının varlığını ve gerçekliğini değiştirmez. Bu adamlar yaşamış, dolaşmış, yazmış ve aktarmışlardır. Onlara dair yazılan bu cümleler de okunan bir kitabın birçok şiirin geride bıraktığı hislerin bir sonucudur. Yazdıkları, söyledikleri onları takip edecek ve başka bir savaşla, -Vietnam’la- yüzleşecek ‘Çiçek Çocuklara- Hippi’lere yol göstermiştir. Hippi hatunlarının en esaslısı Janis Joplin ise kendini bir beatnik olarak tanımlamayı tercih etmiş ve eklemiştir: "Aradaki fark; bir hippi bir gün bu dünyanın güzel bir yer olacağına inanır, bir beatnik ise buranın her zaman boktan bir yer olarak kalacağını bilir".
Kerouac Beat kuşağını oluşturan diğer yazarlarla, futbol bursuyla gittiği Columbia Üniversitesi’nde tanışmıştır. Çağın karşındaki duruşları nedeniyle ve ürettikleriyle bir ‘kuşak’ olarak nitelenebilmişlerdir.
Zenden Kaçılır mı? Kaçırılır mı?
Şuan kapağı bile bana pek şirin ve büyük bir sanat ürünü gibi gelen kitap ilk elime aldığımda pek o kadar zevk vermedi aslında, devam etmekte güçlük çekmedim değil. Tamam, belki trenlere atlamalı zıplamalı, kıt kanat geçinip yolculuk etmeyi anlatarak başlamıştı, hani ilgimi çekebilecek mevzulardı bunlar fakat çeviri beni sürekli kitabın dışına atıp durdu. Çünkü serserice konuşmaları çevirmek için kullanılan Türkçe argo beni inanılmaz rahatsız etti başlangıçta. Amerikan film endüstrisi sayesinde ‘Amerikalılar’ın her yöre ve dönemde nasıl bir jargonu kullandığına oldukça aşinayız artık fakat ‘ipsizler, -iveren’li kalıplar(yapıveren, ediveren)’ gibi şu an pek de aklıma gelmeyen, ama o zaman kitabı sevmemek için uydurduğum pek çok detay beni boğdu.
Arkasından adamın –Ray’in- ve diğerlerinin bunca inanarak meditasyona sarmış olması yine bu çağdan bakılınca çok yapmacık ve plastik bir inanç arayışı gibi gözüküyordu. Durup düşününce, bu adamların daha önce yozlaşmış bir inanç trendi havuzunda boğulmadıklarını hatırladım. Katı kilisenin, İsa’nın ‘sevgi’ öğretisinden uzaklaşmış, kuralcı tavırlarından ve kendi toplumunun baskılarından rahatsız olmuş bireyin ‘en iyi’ inanç öğretisinden bile uzaklaşıp yerine daha iyisini koyma çabası çok anlaşılır görünmeye başladı daha sonraları. Onlar doğaya varıp, bütünlük kurmaya çabaladıkça, içimde benimde kıpırdamaya başlayan bir şeyler olmadı değil. Doğada, aslında yeryüzünde insanı kendine çeken estetikle başım oldukça hoş olsa da, pastoralliğin dibine vurulması hep beni rahatsız ederdi. Ray’ in ağzından etrafında gördüğü dağları, ırmakları, ağaçları ve her şeyi dinlemekle ise sanki hep olmasını istediğim anlatım şeklini buldum. Zihnimde manzarayı net bir şekilde canlandırabiliyordum ama tonları seçmekte özgürdüm; ayrıca ortalıkta pek insan olmadığı için ‘yalnızlık’ hissini de doyasıya yaşayabildim.
Japhy’le Ray’in ilişkisi ise bana çokta yabancı gelmeyen arkadaşlık fikrini ve alışkanlığını bir kez daha görebildiğim bir mecra yarattı. Sadece onlar gibi kampla, doğayla kendimiz tatmin etmek, dağ yollarında haiku yazmak yerine; filmlere, barlara gittiğimiz ve Kadıköy yollarında sözleri deforme edilmiş şarkılarla yaratıcılık kırıntıları savurduğumuz için biraz hüzünlendim.
Tüm roman Ray’in ağzından anlatılmaktadır. Başından geçenleri, her şey olup bittikten sonra bir başka kişiye anlatıyor veya anılarını bir yere kaydetmeye çalışıyor gibidir. Günleri nasıl geçmektedir, yeni neler yaşanmış veya öğrenilmiştir, nerelere gidilmiş, hangi dostlar neler yapmış veya bu dünyayı terk etmişlerdir… Tüm bunlar romanın içindedir ve romanı oluşturur fakat roman bunlardan fazlasıdır. Bunu sağlayan ise yolda olma hissinin, yersizliğin (yurtsuzluğun) dayanılmaz hafifliğinin okuyucuya çok güzel bir biçimde geçirilmiş olmasıdır.
Beatnik Babam…
Bugün doğum günü olan sevgili babama gelecek olursak… Doğayı ne kadar sevdiğini bildiğim, alkole aşırı zaafı olan, yolculukların en güzel kısmının gitmek sadece gitmek olduğunu bana öğreten babam, eğer yaşasaydı bugün 52 yaşında olacaktı. Karakterinin bir beatnik olmaya ne kadar müsait olduğunu babam biliyor muydu bilmiyorum ama ben kendimi,
kendini yollara vuran adamlara hayran olmuş bulurken bunun altında onun genlerinin yatabileceğini düşünüyorum, tipik ‘Bursalı’ anneminkilerdense. Gençliğinde hemen hemen tüm
tatillerini, yanına çadırını ve bir kaç arkadaşını alarak orada burada geçirirmiş babam, genelde çadırlarını plajlara kurarlarmış, bazen de ormanlara. Bunları bana anlattığında deniz kenarındaydık, eski çadırın parçasından bana küçük bir çadır kurmaya çalışıyordu. Sahil taşlıktı ve ben onun bana anlattıklarına şu anki anlamları yükleyemeyecek kadar küçüktüm. Benim için önemli olan babamın bana öğlen uykum için hazırladığı küçük çadırdı, onun bu çadırın eski haliyle yaşadıkları değil.
Şimdi o, bana bunları tekrar anlatamayacağı için ondan, bu ödev yoluyla söz etmek ve sizi de bunları okumak zorunda bırakmak bana çok mantıklı göründü. Babam gibi bir adamdan bahsetmek için böyle bir konudan daha iyisi bulamazdım. Çünkü o, çok içtiği bir gecenin sabahında kendine ceza veya ödül bilemiyorum vermek için yazlığımıza –bize- gelen 50- 60 kilometre yolu yürümüştü. Yolun yarısından fazlasını ormanın içinden geçerek kat etmişti. Pek çok kez uzun yürüyüşlerinde beni de yanına alırdı ama ben dönüş yolunu onun omzunda tamamlardım. Bana sürekli ağaçların ve çiçeklerin isimlerini öğretmeye çalışırdı. Haiku yazmazdı yürüyüşlerimiz sırasında ama küçük bir kızın anlayabileceği şekilde denizden ve bitkilerden bahsederdi. Balıkların, çiçeklerin isimlerinden, bu isimlerin nerden geldiklerinden söz ederdik. Her şeye ‘neden’ gibi bir sorusu olan bir çocuğun sahip olabileceği en iyi babaydı. Hayali bir dünya yaratıp, yolda yürürken onu istediğimiz gibi şekillendirirdik. Sessiz hatta ketum bir adamın size, nerde olursanız olun yaşamanızı sağlayacak şeyleri öğretmeye çabalaması ne kadar kıymetli gözükür bilmem ama ben de Ray gibi süper marketten aldığım kalın bir bifteği yol kenarında ateş yakıp pişirebilirim çünkü babam bana ateş yakmayı öğretti. Onlar gibi sürekli gidebilirim, çünkü babam da yolculuklardan geri dönmenin işin en sıkıcı ve gereksiz tarafı olduğu düşünüyordu. Ayrıca genellikle üniversite kampüslerinde karşılaştığımız otostopçulara karşı çok nazik ve sevecendi.
Zen meselesine gelince babam, bana en iyi ibadetin çalışmak olduğunu söyledi ve insanlar hakkında hep iyi şeyler düşünmek gerektiğini de ekledi. Sanırım kitaptaki arkadaşların yaptıkları da hep insanlar- insanlık için iyi temennilerde bulunan dualar etmek ve doğayla bir bütün olduğunu hissetmeye çalışmaktı. Bu noktada babamla pek çelişmediklerini söyleyebilirim.
Babam çekip gitmeyi ister miydi? Bilemiyorum, belki hep istedi ama beni, annemi ve kardeşimi sevip gitmediğini düşünmek iyi geliyor. Bir beatnik olacaksanız, çoluğa çocuğa karışmamakta fayda var galiba. Ray’i evde sadece annesi bekliyordu, yani o daha çocuktu ama
birileri size baba demeye başladıktan sonra çekip gitmek hakkınız süresiz bir biçimde elinizde alınabilir.
Beat kuşağının sürekli hareket halinde ve bu sebepten çokça erkeksi malum; tanrı yolları erkeklerin egemenliğine terk etmiş diye düşünmeden edemiyorum. Hanım kızlar fazla uzaklaşmamalı annelerinin gözü önünden, tanımadıkları adamların arabalarına binmemeli… Fakat hiç olmazsa şiir ve şarapla yaşamaya devam edebiliyorum, ölerek de olsa çekip gitmiş insanlara ödev ithaf edebiliyorum. Kerouac’in ‘Modern Düzyazı için İnanç ve Teknikler’ deki öğüdüne uyup, vahşice oluşturulmuş, disiplinsiz, saf, dipten gelen, ne kadar deli o kadar iyi’ prensibine sadık bir ödevi belli bir noktada kendi kaderine terk edebiliyorum. Ödevi bitirirken, Joplin ‘ Little Girl Blue’ yu söylüyor ve benim canımı en çok, babamın hiç Kerouac okuyup okumadığını bilememek, ona bu kitabı tavsiye edememek yakıyor.
Kaynakça
Jack Kerouac, Zen Kaçıkları, Çev: Nevzat Erkmen, Yol Yayınları, 1982, İstanbul
Hilmi Tezgör, TLL375 20. Yüzyılda Popüler Müzik- Edebiyat İlişkisi Ders Notları, 2008
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=6704
http://www.writing.upenn.edu/~afilreis/88/kerouac-technique.html
http://tr.wikipedia.org/wiki/Jack_Kerouac
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=beat+generation&kw=&a=&all=&v=&p=2
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=jack+kerouac&kw=&a=&all=&v=&p=2
1 yorum:
Ben de yeni okudum kitabı ve çok sevdim. Siz de çok güzel özetlemiş ve Beat kuşağı ile ilgili hoş detaylar vermişsiniz.
Yorum Gönder