3 Ocak 2009 Cumartesi

Etnik Azınlıklar, Plaklar ve Garip Aşklar Hakkında Bir Yazı

Etnik Azınlıklar, Plaklar ve Garip Aşklar

Ne bulunmaz şeymiş Prince, şu sefil yurt ağında… Bulunabilenlerin hep hepsi ‘Kiss, Musicology ve Purple Rain’. Purple Rain ki Prince’e dair bildiklerimin hepsine karşılık geliyor!
Bilince dair tamamlanamayan bir ödevin öfkesi, beni çalışkan Shahid’in hikâyesi hakkında yazmaya itti. Bu yazının bir ödev olduğunun bilincinde de olsam – şu noktada herhangi bir bilinçlilik kırıntısı bile çok değerli- kendimi durmaksızın yazmaktan alıkoyamıyorum. Tanıyabildiğim kadarıyla Kureishi’nin Pakistan kökenli sonradan akıllanmış delikanlısı Shahid böyle bir yazı yazma girişiminde bulunmazdı, Deedee’nin etkisine girene kadar en azından… Kütüphanede oturmuş deliler gibi araştırır, saatlerce yazar sonra kontrol eder ve yazısını tekrar tekrar düzeltirdi. Ne yazık ki son günlerde yaptığım en son şey yazdıklarımı bir kez daha kontrol edebilmek. Bu kitap hakkında yapmam gereken ödevi bu kadar geciktirmişken, düşünebildiğim ve sürekli gülmeme sebep olan tek bir şey var. Ben acaba bu ödevi bazı bilinçaltı süreçlerimin etkisiyle reddediyor olabilir miyim? ‘Psikoloji’ mezunu olacak olmanın verdiği huzursuzluk bir senedir içimi kemirirken, tam bahar başında kimlik bunalımları yaşayan, kendini nerelere sığdırsa bilemeyen bir adamın öyküsünü okumak beni kısmen de olsa bocalatmadı değil.
Aslında havada yağmura bürünerek ıslak Londralılar gibi hissetmeme yardımcı olmaya çalışıyor. Yerli bünyeme bana mısın demiyor tabi ki yağmur, efkârlı bir tavırla camın önünde sigara içmeme de engel olmuyor. Fena olan ‘Kara Plak’ı dinleyemeden bu ödevi yapacak olmam. Arkadaşlarım arasında yaptığım minik anketin sonunda da kimsenin Prince dinlemediğini fark etmiş bulunuyorum. Hepimiz, yegâne Prince şarkısı ‘Purple Rain’le yetinmekteyiz. Bir de gitar solosu ‘Little Red Corvett’ tanıdık olduklarımızdan. Bizim dönemde Prince’ın muadili Madonna mevcut sanıyorum.
Abartılı yorumlarıyla pop müzik ikonunu deha yapma durumu Osgood ve Shahid’in temel birliktelikleri. Onun müziğinin uyuşturucuvari etkisiyle ilgili hissettikleri benim için son derece anlaşılmaz bir durum. 80’lerin sonundaki Londra varoşları ve dinci militanlar da aynı biçimde anlaşılmaz… Canlı bombalar ve cihat çağrılarının bitmek bilmez tekrarı beni ve yaşıtlarımı çoktan bunlara şaşırmaya karşı aşılamış olsa gerek. Ortaokula giderken televizyonda evlerin bodrumlarında domuz bağında cesetlerin çıktığını gördükten sonra, Chad bana ürkütücü olmaktan çok mide bulandırıcı geldi.
Çok boyutlu bir kitap olduğu aşikâr olan ‘Kara Plak’ ı ben üç katmanda ele alacağım. Öncelikle malum esas oğlan, kayıp genç, Shahid var; kültürünü, dinini, cinselliğini kısacası kendini bulmaya çalışan. Ve onu sürekli bir tarafa çeken kişiler, çekilmesine sebep olan dürtüleri var. İşte diğer boyutları da bu elementler belirleyecek. İlk bölümde Shahid’in radikal dinci gruplarla bir araya gelmesini, onların varlığıyla kendini tanımlaması ve bu grubun özellikleri hakkındaki fikirlerimi anlatacağım. İkinci bölümde Shahid’in ailesi dolayısıyla yaşadığı bölünmeye değinip, tipik cici aile- kaka aile ikilemine düşerken yaşadıklarından bahsedeceğim. Son olarak da Deedee Hanımefendi’den sözü açıp, Shahid ile onun nasıl bir ilişki içine girip ne hallere düştükleri, o ‘trip’ten bu ‘trip’e koşmaları ve müziğe olan bakış açıları üzerine birkaç çift laf edeceğim.
Bu Çocuklar Ne İstiyor?
Kendilerini bir gruba ait ve güçlü hissetmek isteyen genç yetişkinler ne kadar benim doğduğum yıllarda bu buhranları yaşamış olsalar da, bambaşka bir kültürün- kültür çatışmasının göbeğinde olsalar da, bana da bu aralar pek tanıdık gelen, insanlığın en evrensel deneyimini yaşamaktalar. Ergenlikten çıkış ve yetişkin olabilmek için bu dünyada kendine yer kapmak!
Riaz’la karşılaşmak Shahid için bencil bir tavra sahip ailesinden sonra huzuru bulmak, için büyük bir umut kapısı oldu muhtemelen çünkü Riaz ülkede aşağılanan, ezilen insanlar için kendini paralıyordu. Onları korumaya çalışması yetmiyormuş gibi geride Pakistan’da kalanlar içinde onların yaşam standartlarını yükseltmek için canını dişine takmıştı. Ailesinin para kazanmaya odaklanmış, ondan da buna benzer bir yoğunlaşma bekleyen duruşundan romantik ve hassas bünyesi yaralanmış ve bir türlü tatmin olmamış ruhu için Riaz’ın inancı ve sosyal sorumluluk bilinci Shahid için bulunması zor bir hazine gibiydi. Kendisini dahil hissedebileceği, kökleri daha gerçekçi gözüken bir yer bulmuştu kendine.
Hissettiklerini tam olarak şöyle açıklıyordu: “Şu anda Shahid, cehaletinin kendisini hiçler ülkesine sokmasından korkuyordu. Bugünlerde herkes kimliğinden, erkek, kadın, eşcinsel, siyah, Yahudi olmaktan söz ediyordu-etiket olmadan insandan sayılamayacakmış gibi ortaya koyabilecekleri ne özellikleri varsa koyuyorlardı. Shahid de kendi halkının içinde olmak istiyordu. Ama önce onları tanıması gerekiyordu; geçmişlerini, umutlarını.”
Riaz ve DeeDee’nin eski kocası Brownlow dinin ne olduğu hakkında kendilerinden geçmiş bir şekilde tartışırken, Brownlow’un dini, büyülü gerçekçilik masalları olarak betimlediği anda ağzı kuruyan Shahid: “Bir şişe Specled Hen, Southern Comfort, Heineken, Tennent’s, Guinness, Becks, Pils, Bud- ne hoş isimler, şairlerinki gibi !” diye içinden geçirirken ikilemlerini son derece sevimli bir şekilde ortaya koyuyordu. Deedee’yle birlikte geçirdiği bir gecenin sabahında silah kuşanıp ırkçılara karşı Pakistanlı bir aileyi korumaya gittiği mahallede cami arandığında ve geleneksel kıyafetler giydiğinde olduğu gibi.
Shahid bu grubun içinde son derece Batılı bir arayışla bulunuyordu aslında, belki Chad’de. Kendilerine güvende hissedebilecekleri bir yere ait olmak ve bir sıfat bulmak için diğerleriyle beraberdiler. İkisi de Batılı bir anlayışla yetiştirilmişlerdi. Chad kimliğinden ötürü bir takım kaldırılması zor deneyimler yaşamış ve batılı kimliğini tamamen çöpe atmıştı. Shahid’in deneyimleri ise daha hafifti, ailesi ise daha zengin. Kendilerinden daha değerli olduğuna inandıkları bir dava bulmaya çalışıyorlardı. Hat’e gelince, o kültüründen çok da kopmak zorunda kalmadığı dar gelirli bir mahallede, babasının işlettiği yerel lokantada daha güvenli ve anlayışlı kalabilmeyi başarmıştı. Riaz, büyük adam olma hayallerinin ete kemiğe bürünmüş hali gibi, her zaman doğru kalmaya çalışan bir eylemciydi. Eylemlerinin türü ve meşrebi konu itibariyle bana sıcak gelmese de yapmaya çalıştıkları sadece varlıklarını ve seslerini duyurmaya çalışmaktı. Shahid’e geldiği gibi bana da şaşırtıcı gelen kendilerini değil diğerlerini düşünmek için bu kadar çok kendilerinden vazgeçmeye adanmış oluşlarıydı.
Bu çocuklar saygınlık peşindeydiler. Köksüzlüklerinin acısını onları çok da ciddiye almayanların karşında durarak gideriyorlardı. 80’lerin İngiltere’sinin politik yapısına çok tanıdık olmadığım için onların duruşlarını sadece yaşları ve ait oldukları etnik azınlığın yaşatabilmiş olduklarını psikolojik olarak açıklamak yapabileceğim tek şeydi.

Baba, Ağabey, Gerçeklik ve Ortalarında bir Odipal
Pakistanlı bir aile düşünelim ki, halleri vakitleri yerinde, geldikleri ülke olan İngiltere’de göçmen rüyasını gerçekleştirmiş fakat nereye ait oldukları konusunda pek de üstüne gitmedikleri bir çatışmaları da mevcut. Anne ve baba çok çalışmış ve zengin olmuş, çocuklarını yetiştirmişler, memleketlerinde de, göçtükleri ülkede de yüzeysel bir saygınlık kazanmışlar. Bu yüzeyselliğin kaynağı nedir peki? Bunu Shahid’in anlattıklarından anlamak mümkün. Baba bir biçimde Pakistan’la olan göbek bağını -dini- elinden geldiğince ‘para’yla değiştirmeye çalışmış çünkü aşikar bir şekilde para İngiltere’de dinden daha çok tatmin sağlamaktadır. Rahat yaşam koşullarının ballandırılarak anlatılması ise Karaçi’ de hayranlıkla dinlenmesini garantilemektedir. “Evde baba, inancı sorulunca; evet, inancım var. Adı da kıçım tutulana kadar çalışmak!” diye yanıtlamaktan zevk alıyordu” cümlesi ailenin tavrını açıkça ortaya koyuyor.
Shahid’in naif ve meraklı yapısına karşın, ağabeyi Chili her duruma kolaylıkla ayak uyduran bir tavır sergiliyor. Baba ne ise, neyi seviyor ise, Chili onun istediği gibi olmaktan olmasa bile, öyle görünmekten hiçbir gocunma duymuyor. Baba da Chili de son derece maskülen karakterler, güçlüler, çalışkanlar, zenginler ve kadınlar söz konusu olduğunda oldukça başarılılar.
Onların karşısında Shahid ise, onlara benzemeye çalışmaktan bitap, bu çatışmanın zihnide yarattığı karışıklıktan da rahatsız bir şekilde karşımıza çıkıyor. Başlıkta dile getirdiğim odipallikte buradan kaynaklanıyor. Silik hatta hiç bahsedilmeyen bir anne olsa da ortada, babanın ve ağabeyin bunca altında ezilmişlik tüm kadınlar karşısında babası ve ağabeysi gibi olmaya çalışan Shahid’i bu kompleksin ortasına atıyor. Anneden hiç bahsedilmemesi de yine odipalliği yansıtan, kültürün dayatmasından ileri geliyor diye düşünüyorum. Doğulu kültürler kadının varlığından çok fazla söz etmeyerek, kadına olan arzunun sanki ortada yokmuş gibi anlaşılacağı naifliğinin arkasına saklanırlar. Tıpkı arzusunu saklamaya çalışan erkek çocuğunun, babaya benzeyerek onunla bir ittifak kurmaya çalışması gibi.
Annenin olmadığı sahneleri ise Chili’nin dominant karısı Zulma dolduruyor. Batılılaşan ailenin, refahı sindirmiş gelini, Zulma, İslam’la çelişen fakat acıklı bir biçimde emperyalist Batı alışkanlıklarının yapaylığı ve yapmacıklığında bir tüketim çılgını karakterine bürünüyor. Acımasız ve tüm derdi kendi azametinden bir şey kaybetmemek olan bir kadın olarak önüne gelen adamı manipüle edilmesi ve iş gücüne yöneltilmesi gereken bir makine olarak görüyor. Bu tablonun zihnimde canlanmasını sağlayan da yine Shahid’in kendini kurtarmaya çalıştığı aile yaşantısından sunduğu anı parçacıkları. Zulma’nın karşısında başka türlü bir ‘özgür kadın’ imajı duruyor. Bu kişi de Deedee. İkisi de 80’ler ve öncesindeki kadının hayatının yeniden şekillenmesinin bir sonucu; biri daha kapitalist bir tabloda Pakistanlı Cosmo kızı olurken, diğeri akademisyen olmadan önce telekızlıktan tutun da uyuşturucu ve benzeri her türlü ‘özgürlüğün’ tadını çıkarmış, doğallığa kısmen daha yakın ama yalnızlığının ve yaşlanmanın altından kalkamayan bir acizlik içinde.
Deedee’nin hayatına girişiyle Shahid üstündeki oğlan çocuğu ürkekliğinden başka bir yere geçiş yapıyor. Deedee’nin ondan yaşça büyük olması, sonu gelmeyecek gibi gözüken deneyimlerine karşın, Shahid onun yanında ürkekliğinden utanmamayı ve maskülenliğin çok da matah bir şey olmadığının farkına varıyor.


Ve Aşk Sahneye Çıkar!
Deedee ve Shahid gerçekten birbirlerine mi âşık oluyorlar yoksa her ikisinin de bir diğerinde görmeyi sevdiği başka bir şeyler mi var? Bunun cevabını vermek çok adil olmaz diye düşünüyorum. Fakat yaşadıkları şey, günümüz ilişkilerine acıklı bir biçimde benziyor. Birlikte uyuşturucu kullanmak veya birlikte bir şey yapmaktan çok zevk almak insanların uyuşturucudan veya ortadaki eylemeden aldıkları hazla, yanlarındaki insana hissettikleri şeyi birbirine karıştırmalarına sebep oluyor. Shahid’in hissettiği bundan biraz daha farklı da olsa, Deedee’nin yaşı ve yalnızlığından kaynaklanan tutunma ve bağlanma ihtiyacının apaçık ortada olması bana bunları düşündürdü.
Yukarda Zulma’yla karşılaştırırken Deedee hakkında söylediklerim aslında bu hatun kişinin roman da ilk arzı endam ettiğinde düşündüklerim değildi. Açıkçası sınıfının önünde bekleşen hayranlardan biri olacak kadar olmasa da bende her ‘bağımsız kadın’ hülyasıyla büyülenmiş bir insan olarak Deedee’den etkilendim. Ola ki bizim buralarda ders açsa, zevkle ders de alırdım kendisinden. Fakat roman ilerledikçe, güçlü görünümlü, özgür duruşlu, belli ki biraz da –hatta çokça- haz düşkünü bu hatunun zayıflıkları, yüzeysel diyalogları beni hayal kırıklığına uğrattı. İlk kocasıyla sadece politik olmak için evlendiğini söyleyen, ha bir de Beatles’ı sevdiklerini ekleyen diyalogları epey sinirlendirdi. Belki evlenmek için bu iki sebep yeterli olabilir, sinirlendiğim konu bu değil, bu konuşmanın 20’li yaşlarını sürmekte olan, hâlihazırda libido kesilmiş yeni sevgiliyi etkilemek için söylenmiş olması caanım güçlü ve kararlı kadın imajını yerle bir etti. Ayrıca radikal İslamcıların eylemleri karşısında takındığı çaresiz, öfkeli, anlayışsız ve antidemokratik tavır bana bugünler de yaşadığımız çırpınışları hatırlattığı için de Deedee’den soğumuş olabilirim. Aklıma ilk gelen şey, internette dolaşan şu ‘Türbanlı’ genç kızların parklarda vb. yerlerde sevgilileriyle çekilmiş öpüşen, sarılan fotoğrafları ve bizim açık fikirli gençlerin bu resimleri bir ibret nesnesi olarak orada burada afişe edip, çeşit türlü yorumla aşağılaması geldi. Bu derece ayıplayan bir tavra bürünenlerin hemen hepsi aynı durumda bulunmuş ama bunu ayıplamak için annelerinden babalarından sıranın kendisine gelmesini bekleyemeyen ahlak bekçilerine dönüşüverdi bir anda. Şu din mevzusuyla insan olmak durumunun bunca birbirinden ayrılmaz şeyler olduğunun farkına varamamak bunun karşısında kınanan dogmatik tavrın aynısını silah niyetine kuşanmak son derece sinir bozucu.

Shahid biraderin roman boyunca gelişimi düşünüldüğünde ise Deedee’nin varlığı su götürmez önemini açıkça koruyor. Shahid’in şizofrenik bir hayat sürdüğünü rahatça söyleyebiliriz. Bu bölünen yaşamının bir kısmı Deedee’nin etkisindeyken, diğer kısım Riaz, Chad ve diğerlerinin oluşturduğu biraderlerin etkisinde. Arada sırada sahneye çıkan ‘junkie’ ,’züppe eskisi’ ve Amerika’ya gidip kendi göç masalını oluşturmak isteyen ağabeyin varlığını da unutmayalım. Peki, arada gidip gelirken hırpalanan ve herkes kendi grubuna giderse kendisinin
kimin yanına gideceğini bilemeyerek, korkan Shahid bu hikayenin sonunda büyümüş ve olgunlaşmış bir erkek –kahraman- olarak çıkabiliyor mu? Cevap sanırım, evet!
Deedee ve Chili’nin parçası olduğu halüsinasyon, uyuşturucu, alkol, seks, kısacası haz dünyasına karşılık biraderlerin yasak ve sorumluluklarla döşedikleri, namaz ve vaazlarla süsledikleri, kısıtlamaları ve kimliksizlerden fanatik çıkarmadaki becerilerini ortaya koydukları yaşam biçiminden hangisini tercih etti Shahid? Şizofreniye son veren, Shahid’in zaten ‘sabit’ bir benlik olmadığının farkına varmasıyla gerçekleşti. Kendini Deedee’ye duygusal olarak ait hissettikçe kimliksizliği küçüldü ve fanatikliği de azaldı. Fanatiklere karşı sağlıklı bir bakış açısı geliştirmeyi başardı. Hayalci ve şaşkın Shahid’in Deedee’yi seçeceğini, diğerleriyle beraber bıçaklı bir kavganın ortasındayken, onu düşündüğünü fark ettiğinde anlamamak mümkün değildi zaten. Başından beri yakın olduğu- kısmen ait olduğu- dünyaya daha aklıselim, olgun ve ailesinin tersine aç gözlü olmadan dâhil oldu.













KAYNAKÇA

Hanif Kureishi, Kara Plak, Çev: Alev Bulut Kerimoğlu, Can Yayınları, 1999, İstanbul

Hiç yorum yok: