Biz İnsanlar
0 GİRİŞ
Peyami Safa’nın ‘Biz İnsanlar’ adlı romanı ilk olarak 1937 yılında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmiştir. Roman, kültür ve ait oluş kavramlarıyla baş etmeye çalışan Orhan ve Vedia’nın yaşadıkları fikri ve kalbi gelgitleri konu edinmiştir. Orhan, hoca babasının yobaz düşüncelerine uygun yaşamaya tahammül edemeyerek kendine daha çağdaş bir rota çizmiş bir öğretmendir. Bilime inancı yüksek bir materyalist ve milli değerlere yürekten bağlı bir Türk gencidir. Vedia, Batı hayranı ve milli değerlerinden uzaklaşmış bir muhitte yetişmiş, güzel, akıllı ve ziyadesiyle hassas bir genç kızdır. Düşünce ve duygularını tasnif etmekte başarılı olmasına rağmen uzun süren kararsızları ön plandadır. Orhan’ın mesleki ve fikri hayatında yaşadığı değişiklikleri ve zorlukları anlatarak başlayan romanda, Orhan Vedia’ya âşık olduktan sonra bu genç ve kararsız kadın karakteri ön plana çıkmış hatta onun fikirleri yansıtılabilmek için günlüklerine de eserde yer verilmiştir. Bu incelemede eserin kısa bir özeti verildikten sonra, içerik incelemesinde Orhan ve Vedia karakterlerinin geçirdikleri dönüşüm ve yaşadıkları hezeyanlar karakterlerin içinde bulundukları dönem ve psikolojik durumlarına dayanılarak çözümlenecektir.
1 ÖZET
Romanın ilk bölümünde Orhan bir hastanede, Vedia’nın vapurda geçirmiş olduğu bir kaza sonucu yaşadığı travma yüzünden endişelenmektedir. Arkadaşı Necati’ye bu genç kızın ne kadar hassas olduğundan bahseder, endişesi hat safhadadır, kendi sağlığı da bozulmaya yüz tutmakta sık sık kalbi sıkışır ve nefesi tıkanır.
Özel bir okulda öğretmen olan Orhan, Vedia ile öğrencileri arasında geçen bir kavga sonucunda tanışmıştır. Tahsin isimli bir öğrenci kendisine ‘eşek Türk’ diyen bir öğrenciyi taşla yaralamıştır. Yaralıyı tedavi ettiren Orhan, onu evine götürdüğünde son derece öfkeli bir anneyle karşılaşır. Kadının tavırlarında oğlunun söylediği lafı destekleyen bir Batı imrenmesi ve kendi kültüründen uzaklaşmışlık hâkimdir. Varlıklı bir aileye mensup bu kadın Samiye Hanım, Vedia’nın yengesidir. Orhan Vedia’yı kısa bir süreyle bu yalıda görür. Bu yalıda yaşamakta olan aile Avrupalı misafirler ağırlaması, alafranga yaşam tarzıyla eşrafın öfkesini toplamıştır. Çocuklar arasında geçen tartışma bu aile ve eski kayıkçıları arasındaki bir başka husumete dayanmaktadır. Tahsin kayıkçının oğludur. Kayıkçı uzun yıllar bu aileye hizmet vermiştir. Onun annesi de hastalanana kadar ailenin hizmetçisi olmuştur fakat hastalanınca kovulmuş ve ölüme terk edilmiştir. Samiye Hanım kayıkçıya oldukça kötü muamele etmiş ve bir gün bu adam tarafından tartaklandığını etmiştir. Bu sebepten kayıkçı hapistedir. Oğlu ise eşrafın desteğiyle Orhan’ın çalıştığı okulda eğitim görebilmektedir. Orhan çocuklar arasındaki ve Samiye Hanım ile Kayıkçı arasındaki husumeti milli değerler ile batı medeniyeti hayranlığı arasında gerçekleşen bir olay gibi görmektedir.
Çocukların arasındaki olayın ardından, iş ahlakından yoksun müdür yardımcıyla arası zaten iyi olmayan Orhan işini kaybeder. En çok korktuğu sefalet günlerine geri döner. Orhan delikanlılık çağında hoca olan babasının yobazlığına karşı gelerek Darülmuallimin’e girmiş, ailesinin desteğinden yoksun maddi yönden sıkıntılı yıllar geçirmiştir. O fakirliğe geri dönmek onu oldukça sarsmış fakat yaşadığı olayda Tahsin’e destek olmaktan dolayı memnun olmuştur.
Sefalete öyel bir noktay varmıştır ki Orhan bir gün evinde donma tehlikesi atlatırken kendini sokağa atar ve gittiği bir kahvedekilerin yardımlarıyla hayata döner. Kendinde güç bularak ve minnetsiz yaşama arzusuna karşı gelmesine rağmen Necati’nin evine gider. Necati ona elinden geldiğince kendini kötü hissettirrmeden yarsımcı olmay çalışır. Bir takım işler bulur ve onun evinde kalmasını teklif eder. Bu süreçte Orhan’a gelen işlerden biride çevirmenliktir. Çevirilerini yapacağı Süleyman komünist propaganda yapan bir adamdır. Orhan’ın materyalist düşünceleriyle bağdaşan ve herkes için insanca ve eşit yaşamın minnetsizlikten uzak komünist düşünce Orhan’a cazip görünür. Felsefi düşüncelere ve bu konu hakkında çeşitli okumlar yapmaya iter. Necati bu nokta da kendi değerlerinden daha emin ve güvenli bir portre çizmekte. Ankara yapılmaya çlışan milli mücadele ruhunun üstünlüğünü savunmaktadır. Orhan bir kaç yerde ders vererek durumunu düzeltmeye çalışır. Bu dönemde bir pastahanede Necati’yel otururken Vedia’yı görür. Kız saçlarını Rus kadınları gibi bağlamış ve kensinine likör edilmişken bir sivil bir zabıtanın sert uyarısına maruz kalır ve karakola götürülmek istenir. Bu duruma müdahale eden Orhan ve Necati görevlinin külhanbeyi tavırlarını ve kılık kıyafetini eleştirirler. Vedia yerine Orhan ve necati kaakola götürülür. Orada sert bir muameleyle karşı karşıyayken Vedia’nın yanındaki Fransız Sofi’nin İtilaf Karakolunu araması nedeniyle salıverilmeleri emri gelir. Kendi milletlerinden polislerin yabancılardan korkarak onlara iyi mumele etmeye başlamsı Necati’yi çok kızdırır. Orhan da ona katılır ve milli değerlerinin ve kuvvetlerinin bunca kötürüm hale gelmesi karşısında duydukları esefi dile getirirler. Bu olayın ardından Vedia teşekkür maksatlı Orahn’ı yalıya davet eder. Görüşmleri bu şekilde başlamış olur. Samiye Hanım da hapisten çıkacak olan Kayıkçı Mustafa’nın kendisini öldüreceği dedikodusunu duymuş bu konuda tek yardım alabileceği insan olarak Orhan’ı görmektedir. Orhan’a aynı zamanda çıkarıldığı okuldan müdür muavinliği görevi teklif edilmiş, Orhan da kabul etmiştir. Orhan sıklıkla yalıyı ve Vedia’yı ziyaret etmeye başlar. Yalıdaki yaşamı, Vedia’nın muhitini, yabancılarla verilen davetleri izleme olanağı bulur. Bu toplantılarda milli değerleri ve kendini kültürünü savunan, analitik düşünen, farklı görüşlere karşı hoşgörülü bir adam portresi çizer. Davetlerden birinde Vedai’ya aşık olan Bahri’yle tanışır bu genç de milli mücadeleye katılmak isteyen, milli değerlere bağlı bir subaydır. Fakat ailevi durmundan ötürü Anadolu’ya gidememektedir. Vedia’ya olan aşkıda onu günden güne tüketir çünkü genç kız son derece karasız yapısıyla onu içinden çıkılmaz bir aşk buhranına sokmuştur. Bahri en sonunda hayatında yapamadığı şeylerin ağırlığı altında ezilmeye daha fazla devam edemez ve intihar ederek hayatına son verir. Orhan Bahri’den ve ölümden sonra kendi gözlemleri doğrultusunda Vedia’nın etrafındaki taliplerini anıma fırsatı bulur. Genç kız bu taliplerin hepsine aynı uzaklıkta durmaktadır. Hepsine ümit verdiğide düşünülebilmektedir. Genç kız yakın çevresinde olup bitenden çok etkilenmektedir. Kendine ait özgün ve güçlü fikirleri olmasına karşın, etrfındaki insanların görüşleri onun fikirlerini kolayca değiştirebilmektedir. Necati onun bunu durmunu ‘ideal buhranı’ olarak tanımlar. Genç kızın taliplerinden Bahri ve Ali Haydar subaydırlar. Rüştü ise zengin bir ailenin eğitim görümüş fakat son derece yüzeysel oğludur. Giyimine çok önem verir ve kumara düşkünlüğüyle tanınır. Orhan ise o günlerde dış görünüşü açısından yetersizliğini tartmaktadır fakat Vedia’yla ilişkileri daha ciddi bir hal almıştır. Vedia ona kimseye ona verdiği kadar cesaret vermediğini söylemiştir. Sefalet günlerinde geçmiş kırhgınlıklara rağmen düştüğü durumdan kurtulabilmek için Orhan amcasına yardım isteyen bir mektup yazmış fakat cevap alamamıştır. Yengesinden aldığı bir mektup sonucu amcasının ona yardım etmeyi çok istediği fakat yakın zamanda öldüğünü öğrenir. Yengesi amcasının tek varisi olarak onu Elazığ’a çağırır. Orhan yüklüce bir mirasa konar ve bu sayede dış görünüşüne dair eksikliklerini düzeltir ve yaşam standartını yükseltir. Orhan’ın hayatına yansıyan bu gelişmeler, Vedia’nın Orhan ve ona evlenme teklifinde buluna Rüştü arasındaki kıyaslamaları, fikirleri genç kızın günlükleri aracılığıyla anlatılır. Bu günlükler Vedia tarafından Orhan’a kendisine bir şey olması durmunda emante edilmiştir ve o da bunları hastanede Vedia’nın başucunda okumktadır. Günlükler ilerledikçe Vedia’nın Rüştü ve Orhan arsındaki karasızlığı ve her ikisyle de paylaştıkları su yüzüne çıkmaya başlar. Orhan bu duruma tahammül etmekte zorlanır. Sağlıklı durumu o günlerde zaten iyi değildir, sıkışan kalbi ve nefesi onu çok rahatsız eder. Günlükte okuduğu bir takım şeylerin ardın sıkıntıs artar ve hastane koridorunda ölür. Hayati tehlikesinin geçmesi beklenen ancak durumu umutsuz görünen Vedia ise hayata dönmüş ve kendine gelmiştir. Roman Orhan’ın öldüğü günün ardında kendine gelen Vedia’nın ‘Orhan nerede?’ sorusunun cevapsız kalışıyla son bulur.
2 İdeal Buhranındakiler ve Yüzeyseller
Peyami Safa’nın pek çok eserinde kullandığı Doğu ve Batı karşılaştırılması teması bu eserinde de görülmektedir. Bu karşılaştırmayı ortaya koyarken yazar genellikle doğulu ve batılı değerlere sahip iki erkek karakter, bu iki adam arasından seçim yapmak durumunda kalan ve net bir dünya görüşü olmayan bir kadın karakter kullanır. Bu eserde ise diğer romanlarda olduğundan farklı olarak doğulu ve batılı değerlerin çerçevesi güçlü hatlarla belirlenmemiştir çünkü doğulu veya milli değerleri temsil ettiği düşünülebilecek olan Orhan karakterinin kendisi hayat felsefisini oluştururken çeşitli bocalamalar yaşamaktadır.
Orhan genç yaşta iken hoca olan babasının dindar yaşamı ve anlayışından uzaklaşmak istemiştir. Ailesiyle bağlarını koparmış tek başına yaşamaya başlamıştır. Yaşamını ‘materyalist’ bir dünya görüşü etrafında şekillendirmiştir. Bu felsefeden de taviz vermeyi düşünmemektedir. Bunun yanında milli değerlere bağlılığı da gözlemlenebilir özelliklerindendir. Hatta bu değerleri savunurken kendine çalıştığı okuldaki idarecilerden birini düşman etmiştir. Milli bir meseleye ucu dokunan Tahsin ve Cemil’in kavga hadisesinin yankısı da bu sebeple daha büyük olmuştur. Yaşam koşulları normal standardında devam etmekte iken Orhan Tahsin’in Cemil’e attığı taşta da, babası Kayıkçı Mustafa’nın alafranga patronu Samiye Hanım’ı tartaklamasında da ezilmeye karşı tepki vermekten çok, milli değerlere yapılan hakareti hazmedememe olasılığını değerlendirir. Vedia’ya âşık olana kadar materyalist felsefesinde tutarlı bir tablo çizen karakter milli değerlere karşı ilk bocalamasını ise sefalet günlerinin ardından ‘minnet duygusunu ortadan kaldırabilecek’ sosyalizmle karşılaştığında yaşar. Ne yazık ki karakter bu düşüncesinden insanın duygusal ihtiyaçlarını giderebilmek ve teselli aramak sonucu yine bir takım kimselerden yardım arayışına girmesinin minnet duygusunu doğuracağı çıkarımı onu bu düşünceden de uzaklaştırır. Bu konumdayken Orhan’ın Marksist felsefiyi ve materyalizmi pek de doğru anlamadığı çıkarımında bulunulabilir. Materyalist felsefenin de Orhan ve Necati karakterleri tarafından yanlış anlaşıldığı belli noktalar olduğu düşünülebilir çünkü her ikisi de materyalizmi insanın maddi çıkar ve ihtiyaçlarını savunan düşünce ile zaman zaman birbirine karıştırmaktadır. Orhan Vedia’ya aşık olmasının ardından düşüncesini sorgulamış ve romantik duygular içine girdiği gördükten sonra maddeye dair inancının yanlış olabileceğini düşünmüştür. “ Ben aşka hiçbir zaman inanmadım. Zannediyorum ki muhtelif objelere karşı alakalarımıza isim koyarken kadına karşı duygularımıza aşk diyoruz. Ona bakarsan ben sigaraya da aşığım. Sigarasız, hele kundurasız yaşayamam. Ekmeğe aşık değil miyiz? Aşk bir tenasül ve gurur açlığıdır. İkisi birbirine karışıyor, belki. Sonra bir mizaç meselesi… Ben kendimde aşka istidat görmüyorum” diyen Orhan’ın düşüncelerinde çeşitli boşluklar olduğu açıkça görülebilir.
Madde ve ruh ayrımı yaparken, ‘madde’yi Batılı düşüncenin simgesi yapan yazar ‘ruh’ kavramını ise Doğulu bir meziyet yerine koymuştur. Aşk ilişkilerinde bu yapının yansıması ise şöyledir. Rüştü eserde Orhan’ın rakibi olan zengin, yüzeysel, Batılı bir anlayış ve değer sistemine sahip veya inanç ve değer yoksunu karakter olarak kadınlar karşısında taleplerini de bu doğrultuda belirlemektedir. Kumara ve kadına duyulan aşkı birbirinden ayırmaz. Kadın onun için cinselliğiyle ön plandadır. Bunun yanı sıra kadınlar karşısında onu çekici kılan da onun bu dürtüsellikle yaptığı hareketleridir; dış görünüşüne önem vermesi, kadınların dış görünüşüne ait özelliklerini iltifata layık görmesi gibi. Orhan ise Vedia’ya duyduğu aşkta ise bu genç kızın düşünceleri, düşünme biçimi ve duyguları onun için önem arz eder. Vedia’nın hassas ruhu Orhan için onu çekici kılan taraflardan biridir. Genç kızın güzelliği onu da cezbetmiştir ama bunu kendi düşünce seviyesine çıkarmaz. Genç kızı da yine düşünceleriyle etkilemeyi başarmıştır fakat bu bir amaç doğrultusunda yapılmış bir şey değildir. Vedia’nın bu iki adamı birbiriyle karşılaştırması da bu yönde yapılmıştır. Orhan düşünceleri ve düşünme biçimiyle, konuşmalarıyla genç kızı etkilemişken,; Rüştü’nün çekici olmak adına ne yaptığı net bir biçimde belirtilmese yaptıklarının kızın duygularına ve cinselliğine daha çok hitap ettiği anlaşılır. Vedia’nın günlüğüne kaydettiği şu sözler her iki adamın özelliklerini özetlemeye yeter: “ biri gözlerimin, biri de kulaklarımın sevgilisi.” Hangisinin göze hangisinin ise kulağa hitap ettiği açıktır. Orhan kendine inanacak ve ait hissedecek bir bakış açısı kazanmaktan güçlük çeken Vedia’ya yeni ufuklar açmak için konuştuğu zamanlarda genç kızın ilgisine mazhar olabilmiştir. Sefalet günleri sırasında milli değerlerine daha bağlı olan Orhan’ın mirasa konduktan sonra yaptıkları ise şaşırtıcıdır. Önceleri yalıda yapılan davetlerde kendini zaman zaman iki yüzlü hisseden, millete dair düşüncelerini hastalıklı bulduğu insanlarında arasında olmaktan memnun olmayan, onların şekle önem veren tavırlarından rahatsız olan Orhan, edindiği zenginlik sayesinde bu topluluk karşısında kendini daha rahat hissetmeye başlamış ve onlarınkilere benzeyen davetler ve aşırılıklar yapmaya başlamıştır. Örneğin, evinde verdiği bir davette Vedia’nın piyano çalmak istemesi ancak Orhan’ın evinde piyano olmaması üzerine genç adam komşusundan bir piyano satın almış ve eve getirmiştir. Milli mücadele yıllarının sürmekte olduğunu bir dönemde yaşadıkları halde, milli değerleri cansiperane koruyacağı düşündürülmek istenen karakter Vedia’ya aşkı uğruna onun ait olduğu zümrenin uçarılıklarına dâhil olmayı daha uygun bulmuş gibidir. Yurtsever, akıllı ve dürüst bir adama olarak Orhan, para sever ve ahlak yozlaşmasının içindeki Rüştü, Vedia karşında uzun süre yenişememiştirler. Orhan düşüncelerinden pek çok sapma yaşamıştır, yaşamını değiştiren hareketleri olmuştur. İyi bir insan olma özelliğinden kaybetmese de düşünce adamı olma özelliğini törpüleyip salon adamlığını öğrenmeye gayret etmiştir. Bu çabası Vedia’dn beklenen takdiri toplamamıştır fakat duygudan yoksun bir snob olarak çizilen Rüştü aşk ve kıskançlık benzeri duygulara kapılarak Vedia’nın duygularını da karıştırmıştır. Rüştü’yle duygusallıktan öte, cinselliğe yakın bir takım şeyler yaşadığını Orhan’ın okuduğu günlükten anladığımız Vedia seçimi bu olayın ardından Orhan olarak belirlemiştir ancak bu karardan yaşadığı kaza nedeniyle henüz Orhan’ın haberi olmamıştır. Fakat yaptıklarının ahlaka aykırılığının cezası olarak Orhan’sızlığa mahkum edilmiş gibidir çünkü romanın sonunda Orhan ölürken Vedia hayata dönmüş ve onu sayıklamaktadır.
4 SONUÇ
Doğu ve Batı’yı romanlarında hep karşı karşıya getiren ve doğunun niteliklerini, milli değerleri üstün çıkarma eğiliminde olan yazar bu eserinde milli değerlerine sahip çıkan Doğulu tipini yeterince güçlü çizmese de insan psikolojisinin değişimlerini, kolay kapılınan duygu ve çaresizlikleri çok başarılı bir biçimde dile getirmiştir. Milli veya gayri milli değerlerle yetişmiş veya bu değerler doğrultusunda yaşamak isteyen kişilerin portreleri karikatürizelikten daha uzak bir durumdadır. Batılı değerleri temsil eden karakter yüzeyselliğinin hakkını vererek derinlikli çizilmemiştir fakat, milli değerleri temsil eden Orhan’ın edindiği bilinç ve değerler bütününü sorgulaması, değiştirmesi ve bocalaması onun daha gerçekçi bir karakter olmasını sağlamıştır. Esere psikolojik derinliğini veren de karakterin geçirdiği gelişimin akla uygunluğu ve insaniliğidir.
Berna Moran eser için “Biz İnsanlar’ ın yan karakterlerin zenginliği açısından, teknik ve anlatım bakımından, yazarın daha önceki romanlarına üstün olduğuna şüphe yok.” yorumunu yaparak eserin diğer Peyami Safa eserleri arasından sıyrıldığını söyler. Biz İnsanlar, yazarın alışık olunan tema ve yapısını bir adım ileriye götürerek edebiyatımızda psikolojik derinliği yüksek bir eser olarak yerini almıştır.
KAYNAKÇA
1) Peyami Safa, Biz İnsanlar, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 11. b. ,1998.
2) İnci Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Ankara, Dergah Yayınları, 6. b. 2005.
3) Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1 -Ahmet Mithat’tan A.H. Tanpınar’a, İstanbul, İletişim Yayınları, 20.b. , 2008.
KAYNAKÇA
1) Peyami Safa, Biz İnsanlar, İstanbul, Ötüken Neşriyat, 11. b., 1998.
2) İnci Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı, Ankara, Dergah Yayınları, 6. b. 2005.
3) Berna Moran, Türk Edebiyatına Eleştirel Bir Bakış 1, İstanbul, İletişim Yayınları, 20. b., 2008.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder