16 Ekim 2009 Cuma

britiş saptamalarım (not:naif)

Yolculuktu, yok efendim alışma devresiydi derken aklıma birşeyler takılıyor unutmaktan korkuyorum. Yazdığım bir takım ana parçaları daha sonra paylaşmayı planlayarak 2 haftalık maceramda aklıma takılan, veya dikkatimi celbeden şeylerin kısa bir listesini çıkarmaya karar verdim.
1. Yıllar yılı naide televizyon kanllarımız son baharden kışa geçerken mutlaka bir kez haberini yapar yok efendim rusların, gürcülerin, iskandinavların çocuklarını kara sokup çıkarışının. Biz de deriz: 'aneem, napıyorlar?! Donacak çocuk!'. her kültürün çocuk yetiştirme stili kendine (scientific objectivity bu) pek tabi! Ancak gözden kaçan ana nokta şu bence; İngilizler sadece kız çocuklarını vakti zamanında Arapların kuma gömdüğü misal kara ya da yağmur çamur birikintisine terk etmekte kanımca! İnsan evlatları üşümüyor yahu. Ya da üşüyorlar da çaktımamak makbul belki burda. Hava sıcaklığı 7 ila 11 arasında değişirken (gece daha soğuk haliyle), denizden geldiği belli epeyce soğuk bir rüzgar eser, yağmur ha yağdım ha yağacağım derken dilberler cıbıl gezmekte. Ben kafama atkı bağlamış, en kalın montu giymiş 'bırr' diyerek yolda hareket etme mücadelesi verirken yanımdan minicik eteği, topuklu (genellikle açık) ayakkabıları, yaka bağır açık bluzları ile makyajlı ve çığırtkan ingiliz kızları geçtikçe heyheylerim depdepleniyor- bak ne diyeceğimi bilemiyorum!
üstüne üstlük yağmurda sandalet ve babet de giyiyor bunlar!
İşte hayat bilgisi dersinin eksikliği bence burda karşımıza çıkıyor, mevsime uygun giyinme ünitesinden memleketçe çakmış bunlar!

2. Her tarafta tatlı var! Görüp görebileceğin her reyonda hem de. Kuru gıda, donmuş gıda, buzdolabı, kırtasiye reyonuna bile kurabiye koymuşlar, o derece! Envayi çeşit tatlının içinde kendimden geçtim pek tabi. Baktım, inceledim! Alkollüsü, alkolsüzü, low fat'i, high fat'i...Çılgınlık! Aklıma mukayyet olma çabası veriyorum! Ama her yerlerdeler...

3. O Ale ale diye methettikleri bira'yı da çözdüm. Pek tabi yeniliklere açık bünyem her cins ve çeşit birayı denemeyi planladı. Efes'e olan özlemimi insanlara 'bizim bi efes var çok şahane, biz de ellilik var, yok efendim saplı bardağa Arjantin deriz' diye cümleler kurarak gidersem de yeni denemelerim sürüyor. Ale denilen bu kara bira şahsıma içine kül karışılmış birayı anımsattı. Evet herkes bilir ergenlik yıllarında 'biraya kül karışırınca kafa yapıyormuş oolum' tarzı şehir efsaneleri dolaşır. Bendeniz böyle bir denemeye bile isteye asla girişmedim tabi aklı selim bi genç olarak. Ancak yoğun alkollü bir gecenin sonunda içine izmarit atılmış bira şisesini ziyan olmasın diye kafama dikmişliğim, o izmariti de ağzımdan 'blup' diye atmışlığım var ne yazık ki! Ordan biliyorum. Bu Ale'de o, izmarit yok ama küllü bira...

+.Martı geçince camımın önünden mutlu oluyorum. Sabahları İstanbul'da martıların coşkunca çıkarttığı ve benim o çok sevdiğim gürültü yok ama martı görünce bile insan anımsayıp sevinebiliyor. Zaman zaman aklıma 'Birds' de geliyor malum bu toprakların mahsülü ama ben İstanbul'u düşünmeyi tercih ediyorum.

5. İnsanlarla biraraya gelince ne yazık ki en çok yemekten konuşuyorum. Utanıyorum dostlarım ama bu böyle. Yoğurttan sütten peynirden dert yanıyorum, ete daha doğru dürüst el süremedim deyip sızlanıyorum. Yoğurtlar tatlı anasını satayım, süt çok yağlı tadı yağlı yağlı yahu böyle köy sütünün plastikisi, beyaz peyniri kim kaybetmiş ben bulayım; Greek versiyonu var o da taş gibi mübarek. Et konusu da benim için çok hassas olduğunda (lezzetli olmak zorunda) vegan bi yaşam sürdürüyorum. +5cm'lik salatalığım bitmek üzere yenisini alacağım, marıl ve makarna en sevdiğim şeyler, 'hey haat ben bu hallere düşecek insan mıydım?! ', en sevdiğim şey mercimeğin konserve versiyonunu bulabildim bir tek onu da konserve açacağım olmadığı için komşunun bıçağıyla 20dk.da falan açtım. Gözüm nasıl mercimek diye döndüyse artık. Komşunun bıçağını ise bana bıçak satmadıkları için kullanıyorum hala. Polise pasaportumu teslim edince bir süreliğine- göçmenlik icabı- bıçak alabilicek bir insan olduğumu kanıtlayamadım İngiliz esnafına.

6. Bozuk paralar çok ağır. Adamların parası boşuna değerli değil, hakikaten ağır yahu metali. Bir de çözene kadar imanım gevriyor ne dediklerini, hadi herşeyi ağızlarının içinde söyleyip kamuyla paylaşmaya isteksizler ama o parayı adam gibi söylesen de ben de gerilmeden ödesem, hep bütün para verip bozuk para katsayımı fırlattırmasam olmaz mı güzel kardeşim?

7.Utanarak söylüyorum, bir gün başıma gelmeyecek gibi alay ettim, güldüm ama oldu. Bende bir 'for Dummies' kitabı sahibiyim artık. Spss for Dummies, belki spss diye affedilir yanı vardır diyeceğim ama bu kendimi kandırmak olur. Evet, aldım! Hem göçmenim, hem dummy! Vah bana, vahlar bana!

8. Burda Burger King yok! Diyeceksiniz tabi, gittin de fast food zinciri mi özledim Kapitalizmin dedesinin meleketinde, simit falan çekse bari canın allahsız diyebilirsiniz. Simitte özledim ama Burger King'in olmayışı hayal kırıklığı yarattı ben de . Hazırlıksız yakaladı. Olmayacağı hiç aklıma gelmemişti! Steakhouse'u Honeymustard sosu, sarımsaklı mayonezi özledim!

9. Nero Kafe'ye gittim geçen gün sınıf arkadaşlarımla. Yeni yeni sosyalleşme denemelerimden birisi olarak. Duvarda kağıt oynayan amacalrın olduğu büyük bir fotoğraf vardı. Kırathane usulü, arkada portakallı gazozlar bilan... 'ay ne kadar Türkiye gibi...' dedim, yunanlı arkadaşımı onöre etmek için 'ya da yunanlı...' diye ekledim hala yanlışımdan bilinçsiz cahilce... O anda yeni arkadaşlarım cahillliğimi/ dikkatsizliğimi/ alıklığımı yüzüme vurdular 'İtalyan' dediler 'o resim italya'da çekilmiş, burası Nero' dediler. 'aghh' dedim içimden, e biliyorum ben bunu ve nasıl oldu da karıştırdım bütün sembolleri! Bütün suçu aklımı başımdan alan ekstra kremalı sıcak çukulataya atıp, ölen beyin hücrelerimin yasını tuttum. Bu dikkatsizliği (şabalaklığı benim deyimimle) yeni arkadaşlarım gördü, neden sizlerde bilmeyesiniz.

10. 2 haftadır, İngilis ellerinde cep telefonu numaram, atm kartım, pasaportum ve bıçağım (mutfakta len) olmadan yaşadım ve insanların bununla ilgili şakalar yapmasına katlandım. 'oouu you poor thing' gib cıvıklıklar, hiç gelemem, hazzetmem! Ama 'şimdi gelde gör beni' diyorum, hem atm kartım var hem cep telefonu numaram. Sancılı oldu ama oldu.

11. Burda ne zaman kötü hissetsem ya kütüphaneye ya da kitapçıya atıyorum kendimi. Bir huzur veriyor insana. Kitapçıya atmalarım hep tuzlu sonuçlanıyor ne yazık ki! Bugün de 3al2 öde kampanyasının öle bayıla kurbanı oldum. Cicilerimi sayıyorum: Jack Kerouac- On the Road (nihohaha-nihayet/ beat üzerine konuşak insan bile buldum be sonra), Sylvia Plath- the Bell Jar (buna da bi nihohaha), üstüne de Douglas Adams- The Hitchhiker's Guide to the Galaxy'. 18 pound gibi birşeye patladılar bana derken 4pound'a da bir Lancaster ve civarı Guide'ı ediniverdim. Sonra yemeğimden kısarım diye düşünüp, bölümün beleş yiyecek beleş içki kokteylimsine daldım! Abur cubur yiyeceklere alışmaktan öte, iki haftadır ilk defa zeytin- peynir yedim orda! Nasıl mutlu oldum. Zeytin turşumsuydu, peynir sertti (nihayetin burdakilerin partilerine egzotik/akdenizli hava katsın diye icat ettikleri bi plastik market mamulü) ama olsun zeytindi, peynirdi, saadetti!

11.5. He bi de burda opel diye bir marka yok; adı Vauxhall olmuş burda! Vauxhall corsa, vauxhall meriva gibi...

Şimdilik bu kadar. Devam edecek...

1 yorum:

Sadece C. dedi ki...

Avustralya'nın sulu sepken versiyonundan bahsediyorsuuuun!
Opel burda da Holden olmuş,
Burger King ise Hungry Jack, varsa dal derim, aynı, "king" denmiyor sanırım markalara, o yüzden..