21 Ağustos 2012 Salı

17

Neden buraya yazdigimi bilmiyorum. Yazmayi aklimdan gecirdiklerim normalde kucuk not defterlerime, bir daha asla okunmamak uzere bir takim A4 sayfalarina yazmaya aliskin oldugum seyler. Tanidigim bir cok insanin yazacaklarimi okumasindan cok  hoslanacagimi zannetmiyorum ama yazmak icin burayi sectim. Zihnimin akisini kontrol altinda tutmak icin kamuya acik bir alanda yazmaya ihtiyacim var. Ayrica onumde bir suru, birbirinden farkli dokuman acik ve yazmam gereken seyleri takip edemiyorum.
 Bu yazi simdiye kadar bu bloga yazdigim en dramatik sey olacak sanirim.
17 sene once bugun,  benim babam öldü. Sene 1995'ti, sicak bir Agustos'tu, ben 9 yasimdaydim. 4.sinifa baslamak icin oldukca heyecanliydim. Yaz tatili bitmek uzereydi. Yemek yemegi ve matematigi pek sevmezdim. Cogunlukla babamin sabahlari icirmeye zorladig ustu kabuk baglamis sutu lavaboya dokmek ve dondurma almak icin arada bir babamin cuzdanindan az miktarda para yurutmek hayatimin en buyuk heyecanlariydi. Kitap okumayi, anne babamdan gizli ciktigim yuruyuslerde zeytin agaclari ve ciceklerle konusarak olduguman daha baska bir insanmisim, yetiskinmisim veya sihirli guclerim varmis gibi yapmayi ve yuzmeyi cok severdim. Bisikletten dusmekten, kopeklerden ve sabah ezanindan korkardim. Canimi sikan, beni uzen seyler oldugunda olanlarin kotu bir ruya oldugunu ve sabahleyin guzel ve akilli ve basarili ve yetiskin bir kadin olarak guzel bir cumartesi sabahina uyanacagimi; annem ile babamin evime kahvaltiya geleceklerini hayal ederdim. Bu hayal ve sevdigim seyler hala hayatimda  buyuk yer kapliyor ama o minik adrenalin anlarini yasamayali 17 sene oldu. 
Bu yillar icinde, babamin yokluguyla basettigim pek cok farkli donemden gectim. Hic bir zaman cok ofkeli olmadim, ergenligimde bile oldukca sakin sayilabilirdim. Okudugum seylerle sakinlestim,  kendi kendime yazdim. O'na yazdim. Yazip,  ucak yaptigim ve camdan attigim mektuplar oldu. Olumunden 4-5 sene sonra ruhun olumsuzlugune, cennet veya cehenneme inanmayacak kadar okumus ve dusunmustum. O'nun sonsuz yokluguyla  bir bicimde baris sagladim. Icimde. Basardigim her minik seyde, onun yoklugu fena halde batarken, zamanla onun yoklugu  o kadar sik akilima gelmez oldu. Zaman zaman 'keske gorseydi, bilseydi' demeler artti. Cocuk zihnimde cok erken bittigini anladigim yasamini dusundum. Ona acidim, yasayamadigi seyler icin. Kisacik hayatinda ne kadar mutlu olup olmadigini cok dusundum. Ben yetiskin olurken, o benim pek iyi tanimadigim fakat bir o kadar yakinim olan birine donustu. Kimi ozledigini bilmeden birini ozlemek can sikici. Herkesin silinmeye yuz tutan cocukluk anilari var ama bazi anilari unutursaniz dunyada varolusunuzu borclu oldugunuz insandan kopmak dusuncesi tahammul edilir degil.Ben bir turlu bu dusunceye alisamadim. Parca parca anilarimla, cocuklugumdan kalan zihin resimlerimle bir baba yap-bozu yaptim,17 sene icinde. Kaybini dramatik bir resim haline getirdigim sarhosluklarim oldu. Sarhos oldukca O'nu hatirladim. Baska insanlar babalarini anlatti, ben yoklugunu kendime yakistiramadim, o hayattaymis gibi neseli anilari anlattim. Yapmaya calistigim bilim, anlayip ustunde calistigim alan, onun varligi ve yoklugu ustune, kisisel olmayan 'baba' fenomenleri uzerinden kafa yoracak bir mecra oldu. Agustos aylarindan nefret etmeye calistim. Bazi Agustos'lardan nefret ettim, bazilarindan nefret etmem gerektigini unuttum. Cenneti cehennemi unuttum.O'nu ajandalarin 21-22 Agustos'una kanatli bir cop adam gibi cizmeyi hic unutmadim. Neyi/kimi ozledigimi unutup, O'nu cok ozledim. Ergenligimi, universite yillarimi eger O yasasaydi hersey nasil gariplesebilirdi, iliskimiz nasil olurdu diye zihnimde defalarca kurguladim. 19 yasima geldigimde, bir bu kadar daha yasadigimda ondan yasli olurum dusuncesi aklima takildi. Bir sure buna agladim. Icmeyi sevmeme sebep O'nun da icmesini kilif eyleyip kendimi rahatlattim. Bu durumun annemi korkutacagini bilip, kendimi kontrol altinda tutmaya calistim. O yokken ben bir suru sey basardim fakat beceremedigim ya da korktugum hersey icin, dusup  anne diye aglayan cocuklar gibi, sessiz sedasiz O'ndan yardim istedim. Bana yardim edemeyecegini bile bile hem de. Komik anlarda oldu tabi o zamanlarda. Kimi seferlerde yardim ettigini dusundurecek tesadufler yasadim.Ingiltere'deki ilk yilimda, gece kulubunde cuzdanim, iki telefonum, banka kartlarim, pasaportum daha dogrusu benim her turlu burokratik hayat damarimin bagli oldugu esyalarimla, yepyeni cantam ve cok sevdigim sari kabanimin bir kac kisinin esyalariyla birlikte kayboldu. Cuzdanimdaki resminin kaybolmasina agladim, pasaportu falan unutup. Sabaha karsi girdigim polis karakolundan (sucsuz da olsam korkarak, ve o minik bembeyaz sorgu odasinda klostrofobik anlar yasarayak) babamdan yardim isteyerek ciktim. Baba diye aglarken uyuyakaldim. Sabah uyandigimda, sadece benim esyalarim bir taksi soforu tarafindan eksiksiz bir sekilde bulunup bana getirildi, diger arkadaslarinki isehala kara kayipti. 
Su an disarida oylesine cilgin bir yagmur yagiyor ki,  belki bu bile bir tesaduf olamaz. Bence benim babam yagmuru ve ruzgari cok severdi. Denizi ve yuzmeyi de. Kitap okumayi da cok sevdigini biliyorum. Sicak havayi cok sevmezdi, cunku o cok sogukta bile hic usumezdi. Benim babam icki icmeyi cok severdi ama kimi zamanlar icki onu sevmezdi. Oyle zamanlarda ben, annemle kavga etmelerini sevmezdim. Babam annemi cok severdi. Annem de babami cok severdi. Annemin kirmizi gulleri sevdigini babam iyi bilirdi. Babam yol kenarlarindaki bitkilerin ve agaclarin isimlerini de bilirdi. Eski cadir brandasindan bana deniz kenarinda kucuk cadirlar kurardi. Yalin ayak yurumeyi severdi. Atletikti, spor yapmayi severdi. Vucuduna nasil iyi bakmasi gerektigini de bilirdi. Yogurdun uste cikan suyunu bobreklere iyi gelsin diye, B vitanimini de alkolden sonra vucudunu toparlasin diye icerdi. Kirmizi, kocaman tul gibi kuyruklari olan japon baliklari vardi. Hayvanlari cok severdi. Ates yakmayi bana babam ogretti. Mangala uflerken onu seyretmeyi  cok severdim. Agaca cikmayi da  iyi bilirdi ama o her agaca ciktiginda annem  korkuyor diye ben de cok korkardim. Annem hep O'na bir sey olacak diye cok korkardi. At yarislarini  izlerdi,  beraber at yarisi da oynardik hatta. Ben  hep soru sorardim, o cevap vermezse  'he baba he?' diye ustelerdim. Bana  kizdigini hichatirlamiyorum. Kirtasiye onlerinde oyalanmamdan, gonderdigi yerlerden gec donmemden ve yolda oyalanmalarima  kizardi.  Bana cok guzel ayakkabilar alip beni cok mutlu ederdi. Uc tanesini  net hatirliyorum.Hele aldigi bir cizme vardi ki, simdi olsa yine alip giyerim. Bana 60'li pastel boya seti almisti. Aylarca kirtasiyenin vitrininde seyredip, gec kalmalarim sonucunda ona aciklamak zirunda kalmistim 60'li pastel boyalari seyrettigimi. Hemen gidip almistik. Okula lame pabuclarimda gitmemden ve annemle saclarimizin hep kisa olmasindan pek hoslanmazdi. Cok hizli yururdu, kosar gibi, ve hep yururdu. Dukkandaki dondurma dolabina elim yapistiginda bana hic kizmamis ve hic gulmemisti. Sabirla elimi buzdan kurtarmisti. Cipsleri sevmeyisime pek anlam veremezdi. Bana zorla sosis yedirmeye calismasina da ben geri donup bakinca anlam veremiyorum. Et severdi, ben de onunla et pisirmeyi severdim. 3. sinifta Sari Zeybek'i vermisti bana okuyayim diye, sanirim o siralarda yeni cikmisti kitap.  Ben  o eve gece geldiginde hala kitap okuyordum. Birlikte ciger yapmistik, bol soganli maydanozlu. O zamandan beri cigeri cok severim. O oyle iciyor diye, cam siseden sut icmeyi denemis, sevmis ve bir daha  sicak sut icmeyi reddetmistim ama kimse beni dinlemedi o ayri.  O balik tutarken, iskelede denize sanirim 50TL civarinda (o zamanin parasiyla muhtemelen) paranin ucmasina sebep olmustum, o zaman da yine hic kizmayip denize atlayip parayi kurtarmisti. Ben utanmistim tabi biraz. Onun yaninda balik tutamadikca iyice delirirdim, bak bir de onu hatirladim simdi. Yolculuklarin sadece gidisini severdi bir de benim babam, donusler hep ayni yol, sikici demisti.
26 yasina geldim, ben buyurken bana etkisi bu hatirlayabildigim yap-boz kadar olabildi. Ben sacma bi sekilde, onun yasayamadigi hayati yasayacagim diye bir hirs icindeydim, zaman icinde bunu unuttum, hatirladikca da hep baska turlu bir sizisi oldu bu turlu dusunmenin. Ben ona benzemeyi cok istedim ama sadece hatirladigim kadarina benzeyebiliyorum sadece. Kendimi yaniltan sacma bir is yaptigimda onun gibi kendimi cezalandiriyorum (bunu onun da yaptigini yakin zamanda hatirladim gerci), yurumeyi cok seviyorum, yolculuklarin sadece gidisi guzel, balik tutmayi hala beceremiyorum, hala cok konusuyorum, bir seyler uzerine bahis oynamak en tatli eglencem, bisikletten hala dusuyorum ama o bana 'eh be kizim' demiyor boynunu bukup, ben daha cok agliyorum, hala en cok kitapcilarda oyalaniyorum, hep oyalaniyorum, hic bir isi zamaninda yapamiyorum, 'isime gelince' onun kadar hizliyim gerci. Ara ara ben de B vitamini haplari aliyorum, her tavugun kikirdagini yedigimde onu hatirliyorum. Yalin ayak yurumek benim de en sevdigim. Kesik kottan sortlar bana ona yakistigi kadar yakismiyor tabi. Kendi boyalarimi kendim aliyorum, hala, hem de bir suru. Ben de bir gecede bir kirmizi bir beyaz sise sarap icebiliyorum, ertesi gun erken kalip kendime kiziyorum. Ben de cok guzel ciger yapiyorum. 6 yasindayken konustugumuz gibi, hic bilmedigim bir ulkeye tek basima geldim, ogrenci de oldum o ulkede. 'Baba bana o pembe villayi al' diye tutturdugum zamanlardaki pembe villayi da beni alan dingil alir mi bilmiyorum ama, bir dingil var eminim. Sortum hep temiz. Ogrencilere falan hic kiyamazdi ya, 26 yasinda hala ogrenciyim simdi tanissak yine de severdi herhalde beni. Mangali baya iyi yakiyourm, habire de ufluyorum altina atesin. Atese ufleme sesi bana onu hatirlatiyor. Agaclara cikmayi ben de cok seviyorum, bitkilerin isimlerinde de fena degilim, hic olmazsa iyi atiyorum. Bir tek onun dedigi gibi  calismayi en iyi ibadet sayamiyorum. 
Aylaklik benim ibadetim sanirim, umarim beni anlayabilirsin. Bir de yillardir ziyaretine gelemiyorum, cunku biliyorum orda degilsin. 

1 Nisan 2012 Pazar

Yazmayi unutayaziyor olabilir miyim?

Bir seneyi askin ne buraya yazabildim, ne de akademik sorumluklarimin parcasi sayilabilecek yazilarimla kivanabildim. Neredeyse bir seneden uzun bir suredir de yazmayi unutmus, artik yazmayi beceremiyor olusumdan dolayi garip bir kederin ve eshefin pencesindeyim. Hadi akademik yazilari Ingilizce yazmak zorunda olusumun arkasina korkak bir ogrenci gibi siginayim ama Turkce yazabilmek benim icin hep bir kacis olmaliydi ve ben Turkce yazabilmeliydim. Yazamadim.
Bu bloga birseyler yazmak benim icin bir cesit totem olmustu oysaki. Ben 'amacli'- de hadi vazifeli- bir yazi yazmak zorunda kalinca siginip gelip bir seyler karalabilmek icin zaten acmistim ki bu blogu.
Kendimi nasil olup da pencesine dusurdugumu sik sik sorguladigim doktora macerasinin en alevli gunlerini yasatiyorum bugunlerde yine kendime. Ancak bu sefer yazabilmek cok sart. Oturup, onumde kalan bir bucuk iki yil boyunca doymadan, durmadan, dinlenmeden yazmam ve dusunmem gereken arastirmalari duzenlemek ve planlamak zorundayim. Yazmak zorundayim. Yazmak hic bir zaman bir zorunluluk olmamaliydi aslinda, ihtiyac olmaliydi. Aslinda oyle de. Akademik kafalarimi, cocuklarin bilissel gelisiminin nasil da dilden gectine ve  dilin onemine kirmam gereken zamanlardayim. E benim yazi dilim.. O neden hic serpilmiyor? Dusunmuyor muyum yeterince? Ya da dusunmeye kustugumden mi serpilmiyor yazilarim? Oysa benim dusunmeden gecen anim yok..
Gunlerdir haftalardir, pitrak gibi ureyen devasa Ingiliz nergislerine kafayi takmis durumdayim mesela. Nasil oluyor da bunlar bu kadar iri kiyim? Nasil olup da yana yana duruken, baya bildigin de ayni sekil semaldeyken, kiminin gobegi turunsumsu sari, kiminin gobegi iyice ucuk sari.. Nasil olup da 4 farkli sari tonu 3 degisik kombinasyon yapabiliyor matematigine takmis durumdayim kafayi. Havalar isinince buralarda, bir de bizdeki nergislere benzeyen daha kucumenleri cikti mesela meydana, e bu nasil oldu peki?

 

Yani bahar da geldi. Disarida en sevdigim kah gunesin muzip muzip sirittigi, hop saka yaptim deyip bulutlarin arkadasinda saklambac oynadigi bir gun gecmekte. Salonun ikili kanepesinde, ev her bana kaldiginda kurdugum kampim ucuncu gununu suruyorum. Biraktim dedigim, birakmak icin kendimi paraladigim sigaranin tatli kucagina eski hizimla dusmemek icin mucadelem kendini bilmez bir teslimiyete dogru dolu dizgin kosuyor. Her gune bu gun ferah ferah olacak umidiyle taze bir dusla baslasam da hep kafami kurcalayan 'Internet'in onumuzde actigi cok sayida penceresinden sadece miyoplu bir bulaniktan baska bir sey gorunemez hale geliyor' daraltilarim kendi kendini dogurlar bir akibet habercisi olmakta.Hizla dusulen sigaranin hem bedbaht hem de pek tatli kucaginda, sadece bi dallik keyifleri ayarinda tutmaya calisirken, birden yine ac-kapa yapti gunes. Kediyi de saldim ki gezsin diye derken, evinde kedi olan ve  bu kediyle baya baya iletisim kurmak durumunda kalan bi insan olusuma hayretim devam ederken, tepede yolunu kaybetmis iki martinin cigligini duyuverdim. Of Istanbul diye sigaranin dumanini uflerken..

Bizim evden Williamson Park'taki Lancaster'in Taj Mahal'i Ashton Memorial'in yosun yesili guzel kubbesinin yan evin bahce duvarindan baslayan goruntusu.. hohoyt dedirtti.. Martilar, kubbe de gorundu.. Ah Istanbul diye, bu sefer siritarak cek bir nefes iceri.. Kedi gozden kayboldu. Sahibi de evde olmayinca,  ChiChiChi diye, onlarin cagirdiklari gibi cagirirsam sesime gelir mi denemelerimi yapmaya koyuldugumda Istanbul'un yillarca kiymetini bilmedigim butun sokak kedilerini aldatmistim bile. Nedense aklima dusen Munir Nurettin, bi de ustune Amir Ates falan diye youtube'la evi bir Uludag FM ussune cevirince kedinin sok icindeki bakislarindan kendimi kurtaramadim. yavrucaga cok seviyor diye biraz jambon vereyim diye tasalandim. Baktim ben de sadece tavuk jambonu var, megersem bi tek domuzu severmis haspam, kokladi kokladi agladi, yemedi. Ben de mahcup oldum, muslumana domuz yedirmeye calisan ev sahibinin yasadigi cinsten bi sacma utanc oldu kediye karsi icimde.
Uc dort gun once, yanginda ilk kurtarilacaklar listemin en basinda da kedinin (iki sise sampanya, biraz peynir ve bir kedi.. kulaga hem pek stil sahibi, hem pek alik hem de hic benim gibi olmayisi geliyor ama kazin ayagi oyle degil) olmasi da epey enteresan aslinda. Duvarinin hizasindan kubbe gorunen yan evin bahcesinde ne zamandan kaldigi belli olmayan bir savas artigi 'bomba' bulundu carsamba gunu. Kapiyi kiracak gibi calan bir polisin hemen evinizi terk etmeniz lazim, biraz asagida bir bomba var, hemen evden cikin demesiyle, arka kapinin merdivenleride guneslenmekte olan ev arkadasini(kedinin asil sahibi) uyarmaya kostum. Ne oldugunu anlamadan, spordan gelmis terli ve henuz dus almaya firsat bulamamis bulgur pilavina gomulmus halime bir ceki duzen verdim. Cok muhimmis gibi kindle ve sarj aletlerini ve harici hafizayi cantaya attim. Laptopu bir cantaya koymaya zorlarken kiyisi kosesi kirik diye daha cok hasar vermekten korktum. Ve ola ki ev yansa, o odadan kurtarmam gereken baska seylerin korkusuyla laptopu evin yanmayacagi inancimin iyi niyet timsali olarak yatagin ustune birakiverdim. Bir kalin mont, iki sise sampanya ve sepetine girmesi icin mini bir mucadele verilen kedinin de arabaya yerlestirilmesiyle polis bantlarini bizim icin kaldiran super sevimli polislerin hersey yolunda giderse, ordudan gelip imha edecekeler dedikleri bombayi, yetiskinlik hayatima ait en onemli seylerimin icinde bulundugu bir goz odami, laptopumu, pasaportumu ve yepisyeni ve cok sevdigim deri ceketimi, bisikletim yasli-ve-stil-sahibi-ancak biraz hantal-gay Zest'i arkamda birakip dustuk yollara. Nereye gidecegimizi bilemedigimizden, nasil olsa ogleden sonra istirak etmemiz gereken BBQ partisi var, ona  gideriz o zaman demistik Beth ile. Ben de sanki evden erken cikmamiz gerekmis, sanki evi tahliye etmiyormusuz gibi pasaport ve laptop yerine iki sise sampanyayi evlat gibi ilk is arabanin bagajina ativermistim. Ilk on bes dakika, dogru yaptik, ne yapmaliydik ki.. Eve bisey olmayacak, sokak falan patlamayacak.. Biz zaten hayatta kalacagiz, kediyi de yanimiza aldik diyerek birbirimizi rahatlattik. Sonra mal korkusu geldi ki.. Ben pasaportumu ve laptopumu almak yerine, yanmasi olasi bi evden iki sise sampanya kurtarmistim.. Once bir gulmek, sonra kendine kufur ama demek ki bu da olabiliyormus dedim. Hayatimdaki oncelikleri nasil da ileriyi dusunmeden, sirf o gunu kurtarmak icin duzenledigimin kabak gibi, tabak gibi bir isareti daha karsima cikmisti. Bankada ici dolmayan tasarruf hesabina, uremeyen doktora calismasina, planlanmayi yillardir bekleyen seyahatlere bir turlu varamayisima bir tur saygi durusu haline gelmisti iki sise sampanya.
Hayati boyunca gorece kontrollu ve akli basinda bir cocuk olarak siniflandirilabilecek ben, kendi kendime kocaman bir saka gibi gelisime adeta kus kondurmus, tuy bile dikmistim. Carsamba'dan beri bu salak ruh halinin golgesinde bir seyleri ucundan tutmaya calisiyorum ama pek olmuyor sanirim. Tam aksine, uzun suredir devam eden spor idi, saglikli yasam idi, aktif gunler idi kafalarima inat evden cikmayip, dun 12 mini macaroonu mideye indirdim, cansu pabucu yarim cik disari oynayalim diyenlerden kafami cevirdim, yazmam gereken metinde alti yesil cizili tek hatasi fazladan bir space tusuna basilmak olan kelimeleri duzelttim. Bi tencere de bol etli makarna pisirdim. Bomba patlarsa, ben de bi sise sampanya patlatirim sakasina ulasincaya kadar, kediye guvenli bir ev bulmak icin yakindaki bir kasaba olan Heysham'a iki kez tur duzenledik ki biricinin sonunda bbq partisine yol alirken, ulan acaba ev yerinde midir ki diye yakinindan gecmeye calisirken, 40 dk once her yerde dalgalanan beyaz polis bantlarinin yerinde yeller estigini, sanki hic bir sey olmamis gibi hayatin devam ettigini gorunce, pasaport icin de laptop icinde endiselenmeye gerek kalmamisti ama meger ben evde usul usul bulgur pilavi pisirirken zaten disari da bomba alemetinin savusturlmaya calisildigini ve haydi simdi kac dediklerinde ise yanima iki sise sampanya aldigimi dusundukce dertleniyorum.
Hep bu sebeplerle de, oturdum yaziyorum. Doktoraya sarilmak icin de kendime yeni bir sebep buldum; arkamda bi eser birakayim. Cunku baska turlu benim bir seye kasacagim yok. Hic yoktan bilime 1mikron'lukda olsa bir tas da ben koyayim. Benim arastirmadan tas da olmaz gerci, bu gelisim psikoloji literaturu denen kuyuya tas yerine bir kuru uzum, bilemedin bir bonibonluk* da benim katkim olsun.

*Kuru uzum gecmiste, cocuklara sekerli bir odul niteliginde kullanilmis bir yiyecektir. Bonibon ise, benim cocuklara eziyet ettigimi dusunduren, 'ben ellerimi saklatana kadar bonibona dokunamazsin, saklattiktan sonra ise yiyebilirsin' dedigim takribi  1 dakika cocuklari onlerinde bonibonla beklettigim icinde hic bir degerli sonuc bulunmayan arastirmama atiftir.